23 Mart 2015 Pazartesi

Bedenimi ruhum ile paylaşmak zorunda olduğum için kızıyorum.
Yada ruhumu bedenim ile.
Yaşamak için yaşıyormuşum gibi geliyor.
Yani yaşayan sadece vücudumun fonksiyonları .
Sanki ruhum ölmüş, yada terk etmiş benliğini; 
Ve sadece vücudumu hareket ettirecek bir parçasını bırakmış. 
Banal oluyorum galiba.
Yanmış ama külleri var, soğuk yada hafif ılık.
Aklımda bir kadınla yaşanacak her an için milyonlarca kelime var.
Söylenmeyi bekleme isteği olmayan sözler.
Göz göze geldik, dakikalarca ılık bir ses ile sen gerçeğe benziyorsun diyebildim; mimikleri ne dediğimi soruyordu bense sadece şiir mırıldanıyordum. 
Kadın otobüse binerken ben hala boşluğa bakıp susuyordum.
Bir kadını ilk gördüğümde tanırım geriye kalan tek şey detaylardır.
Sanki her şeyin vakti çoktan geçmiş gibi. Geç kalmışım her şeye.
Herkes bir cümle arkasına sığınmış ve felsefesi haline getirmiş.
Mesela saçma olan bir söz hayırlısı. . .?
Sizin dilinizde hayırlı veya değil ben hayırlı olmasa da olsun istiyorum.
Gündüz her şey farklı gece ise farklılık soluk. Renksiz bir siyahım.
Neredeyim bilmiyorum. 
Galiba ruhum bedenimde hiç soluklanamadı. 
Bir sohbet sitesine girip dertleşmek istedim, anlattım sadece okudular. 
Okumak anlamak değildi bunu bildiğimi tekrar hatırlattılar.
İşin tuhafı ne anlattım bilmiyorum.
Neden başkalarının hayatında olumlu değişiklik yaratacak düşüncelerim ve fikirlerim kendi hayatımda işe yaramıyor? 
Bazen acaba, acaba kendi hayatım için olan her şeyi başkaları için mi kullandım. Ruhum kendi yaşayacağı güzel günleri bir öneriye dönüştürerek başkalarına söylediğimde yok mu oldu? 
Karanlığa mı teslim ettim bilmeyerek kendimi? 
Neden ruhumun olduğu yeri bilmiyorum. Uzaklıklar gel diye fısıldıyor.
Ne tanrılara benziyorum nede insanlara farklı kelimesinden bile farklıyım.
Devamını Oku »

21 Mart 2015 Cumartesi

Yalnızlıktan sanki kusacağım, bu şikayet edemediğim bir şey.
Biliyorum beni gördüğünde aslında görmeyeceksin.
Biliyorum yazdıklarımı hiç okumayacaksın.
Biliyorum yazmaya devam etsem her cümlenin başı
'' Biliyorum '' olacak.
Biliyorum aslında bilmediğimi.
Ben her şeyi gören ama görünmeyen biri.
Sen ilk peri kızının kokusu, tüm yıldızların mitolojisi.
Ben geleceği biriktiren bir geçmişim.
Ben hiçliğin rengarenk siyahı.
Devamını Oku »

12 Mart 2015 Perşembe

Yazdıklarım var olan fakat keşfedilmemiş cümlelerden ibaret.

Her gün batımı esnasında bir ufuk arıyorum;
Olmadığında yoktan var olan. 
Orada neyi görmek istediğimi hala bulabilmiş değilim. 
Bu alışılmışın dışında bir şeyi görmek istediğim bir ufuk.
Sadece esrik bir salt.
Hayallerimin ne olduğunu bilmiyorum;
Bir hayalim var mı onu bile bilmiyorum.
O kadar sıkıcı bir yaşam ki farklılık bile soluk sanki soğuk.
Renklerim siyah, gri bile değil. 
Umut sadece bir isimden ibaret.
Uzaklık gittikçe artıyor. Korktuğun şeyi sevmelisin başka çaresi yok.
Alışılmışın dışında güzel, ama gerçek değil, hiç istemedi utangaç gerçekliği.
Sen bir devenin narin tüyü gibi ince ama gerçeklik kadar ağırsın.

Devamını Oku »

9 Mart 2015 Pazartesi

EKSİK & FAZLA

Tüm şarkıları hüzünlü algılıyorum. Bu duyguyu hiç tattığımı hatırlamıyorum. Farklı biriyim, sahi bu gün kimim? 
İçimde yaşayan hangi kişiliğim? Üzüntü bumu? 
Hissettiğim şeyin ismi ne? 
Neden çok soru var fakat cevabım yok. Üstümde bir karanlığın hissi var; bu neyin karanlığı? Bu gün dünyadaki tüm duygular neşesini kaybetmiş gibi.
Sanki her bir kelime anlamından yoksun.
Her şey biraz eksik, biraz fazla.

Devamını Oku »

1 Mart 2015 Pazar

İSİMSİZ BİR HİÇLİK

NEVİENS

İade ediyorum arasında kart postal olan bir kitabı masasına. Cezalandırılmak istiyorum Tanrı tarafından senin ellerine bırakılarak. Yorulmuş bir kitap görüyorum bıraktığım masada. Edebi değeri olmayan mısraları-m, bir mürekkep damlasıyla düşüyor saflık kokan kağıda. Parıldayan yüce bir mutluluk nasıl bir hissi barındırır
gözlerde? Sönükleşen hayaller var düşlerde. Taklit edilen sağ duyular. Fark etmediğim bir ana, tanıklık ediyor sıcaklığım. Acı ve aşağılanmaktan daha şehvetli ne olabilir ki? İlahi bir zulüm aşka karşı...
Farklı bir şeyler arayan bir ses, yüksek sesle konuşuyor içimde. Duygusal bir derinlik saklı sesinde.
 Duvarımda asılı duran eski saatin gonk sesi geçmişiyle geleceği yansıtıyor, anımsatıyor sanki.
Rüzgarı hissediyorum, sanki görebiliyorum lekesiz kanatlarını; ağaçların yapraklarında, titreyen dudaklarımda ve kirpiklerin altında üşüyen göz yaşımın izinde..
Gök yüzünün turuncu rengi karanlığa bırakırken yerini bulutlardaki olan renk değişimini seviyorum.
Yüzüme çarpan gök yüzünün kirlettiği, bulutun kaçıncı göz yaşı?
İlk yağmur damlası mı nemlendiriyor yanaklarımı? Kaçıncı göz yaşı duygularımı yansıttı?
Kaç kişi  bu yağmurun göz yaşıyla yıkadı anılarını? Çok mutlu bir şarkı nasıl olur da mahvedilir?
Ölüm insanın istediği kişi olamama korkusu. Kaç insan bu korkuyla ruhun öldürdüğü bir bedeni soldurdu?
Yazdığım bir cümle olması gerektiği gibi okunması gerek, usulca; kısık bir sesin derinliğiyle ve farklılaşan nefesinizin değişmesiyle son olarak birkaç desibelin farklı boyutlarda kullanılmasıyla..
Fakat bunun var olabileceğini zannetmiyorum. Bazı şeyleri yansıtan bazı düşünceler var yazdığım kelimeler arasında. İnsanlar bunu anlayacak kadar cesur mu? Parantez içinde yansıtmalıyım gibi geliyor sihirli kelimelerin altında uyuyan zamanı. Yazarken aklımdakiler süslüyor yazıtları. Süslemeleri nasıl gizlerim satır aralarına? Hangi kelimeleri çizmeliyim bir sonraki cümlede yazılamayan akıldaki düşünceleri yansıtmak için?
Keşke yazılan her cümleye düşüncelerin resmi işlense.
Keşke müziği, sesi, duyabildiğimiz fakat çizemediğimiz, yazamadığımız ve aktaramadığımız bazı şeyleri;
Çizmeyi bilsek, yazabilsek ve aktarabilsek; ki bu imkansız. Belki farklı bir zaman boyutunda yapılabilir.
Konuşmadığım, hiç tanışmadığım bir çok insan var kaybetmekten korktuğum.
Galiba onları onlar olmadan yaşatmayı öğrenmem bu durumun en güzel tarafı.
Hangi aşk başlattı bu hüzünlü yolu?
Ben küçük bir mısranın sessiz harfler-iyim. Kuşlar için lekesiz kanatları olan bir rüzgar. Karla kaplı unutulmuş bir yol, ter-temiz bize göre; kuşların küçük ayak izleri dışında.
Gelecek hiç görmediğimiz bir dalgaya doğru yüzmek gibi. İnce sessizlik parçası asılı, kurumuş dallarda.
Kelimeler üstüme atlıyor, ütünün kumaşı dümdüz ettiği gibi gerçekler hayalleri dümdüz ediyor sanki.
Gördüğün fakat hiç hatırlamadığın bir şey, belki hayatının dönüm noktası.
Farklı bir yolu gösteren gösterişsiz, bir ışık sızıntısı.
Bir fincan mum.
Yeni bir hayal yürüyor hayatın yolunda, bir bedenin içinde ruhuyla. Yapraklar son bahardan daha aceleci.
Terk ediyor aylarca tutundukları dalı, sevginin oluşturduğu tek bir neden uğruna; yaşaması için dünyası.
  Süslüyorlar umutsuzluklarıyla bir çok kişinin hayallerini, doğal bir güzellikle kaldırımları, yeni bir aşkın doğduğu ve bir çok duygunun ev sahipliği yaptığı aşk kavramının öldüğü bu yolu.
Gözlerimi esir alan sararmış yaprak bir çok mutluluğa şahit olmuş olmalı,son baharın
 lekesiz rüzgarıyla düşerken.
Bir çok umut ve bir çok hüzün saklı solan damarlarında, yolda yeni bir hüzün ağırlıyor bedeni,
karartıyor ruhu; gök yüzü veda ederken güneşine.
Daha önce hiç görmediğim adlandıramadığım bir çok renk var solan yapraklar arasında.
Zaman sanki güzelleştirerek ölümü anlatıyor.
Kelimeler sanki canlı ve uykuda, sihirli bir ses ile uyanmayı bekleyen mısralar.
Hisler anıya dönüşüyor.
Hiç almayacağın bir çok mektup yazılı olabilir...
Gözlerim kapalı farklı bir yoldan, bilmediğim bir yoldan ilerliyorum. Fakat sanki varacağım yeri biliyorum. Ufak bir kül parçası rüzgara yükledi yanan mektupta yazılı olan acıları.
İnsanlar aynı ama orayı hiç tanımıyor gibiyim. O eksik…
 Onu onsuz yaşatacak kadar hayal gücüne sahip değilim ve bir o kadar cesursuz, Hiç-sizliğin kahramanıyım.. Karanlığa gömülmüş bir ruh gibiyim.
Acısı olduğu günden daha fazla.
Pes etmek parça parça dökülen bir ağacın yaprakları gibi, yavaş yavaş döker umutlarını hayatının geride kalan yoluna. Süsler acılarıyla ve ufak mutluluklarıyla geçmiş zamanın yolunu.
Ben kendim olmaktansa gözlerinizde gördüğüm, görmek istediğiniz kişi olmayı seçtim ve seçiyorum.
Aslında ben kendimi hiç tanımadım.
Ben hiç aldatılmadım, aşk acısı çekmedim gerçekte bunlarla hiç tanışmadım fakat sanki çok fazla aşk acım var çok, terk edildim ve çok fazla öldüm..
İçimde ruhum sanki defalarca ölümü gördü ve sadece bir bedeni aydınlığa uyandırmak için ince bir ışık bıraktı.
Bu hastalık, yaşanmayan bir çok şeyi yaşamış gibi aktardı ruhuma.
Psikolojik yada farklı bir hastalığın terimi, hayır bunu yazarak anlatması gerçekten çok güç.
Benim binlerce ölümsüz hayalim var geçmişimde ölümü görmüş olan.
Bir resmin tasviri.
Yıldızlardan birine dokunuyorum ve ona ulaştığımı hissediyorum yakından görüyorum ve hissediyorum.
Işıl ışıl olan gözlerimi ovalıyorum. Sanki bir hayali uyandırmak ister gibi.
Ölmüş bir hayali, hayal edemediğim kadar güzel bir şekilde yaşıyorum. Yaşatıyorsun ve beni huzura erdiren bir koku var ellerinin değdiği resmin her notasında. Duymadığım bir kokuyu sunan sessiz bir şarkı var sanki.
Her insanın bir şey uğruna doğduğuna inanıyorum. Peki ya ben..?
Ufak bir karıncanın kendince büyük bir hayatını kurtarmak için mi doğdum?
Bunun cevabı sonsuz bir sessizlikle örtülü. Gözler kaptırıyor kendini uykunun esrikliğine ve uyanıyor garip mısraları-m, bir mürekkep damlasıyla kül kokulu çarşafın üstünde.
Uykunun sarhoş ettiği gözler dün yazılan çarşaftaki mısraların üstüne çiziyor uykunun uyandırdığı yazıtları. Uyandığımda gördüğüm sadece bir birine karışan, bir çok harf yığıntısı. Ölü bir gerçeği anlatmaya çalışan bir anı.
Amansızca, istemsizce akan göz yaşı damlaları zihnimin gizliden gizliye beslediği acıların mı eseri?
Odaya misafir olan masum ve  ince bir ışık sızıntısı renklendiriyor karanlığı, korkuların renkli hali süslüyor istemsiz akan göz yaşlarını. Dışarıdan gelen uğultuların, ne anlama geldiğini merak eden bir düşünce parıldıyor ışık sızıntısına karşı.
 Beden durgun, ruh koşturuyor
hayallerin ardından varabileceği sadece bedenin özgürlüğü kadar.
Adımlara eşlik eden mutluluklar saklı, kokusuz bir kokuyu saç tellerine dolayan rüzgarda.
Anlık bir esriklik, anlık bir mutluluk. Gök yüzü uyanıyorken güneşiyle , hayaller uyuyor karanlığın solmuş renkleriyle.
 Bir kaç yıldız tozu ağırlaştırıyor gözleri.  Vedalar tekrar kavuşma isteği.
Kumsala yazılmış binlerce aşkın duygusu ıslanıyor tuz taneleriyle. Kelebeğin kanatlarındaki renklerde yaşıyorum, karanlık artık bir korku. Merak ediyor içimdeki bir ses göremeyeceğim şeyleri. Bilinmeyeni merak ederek yaşıyoruz. Yaşadıkça soluyor bilinen bilinmeyen kavramı.
Yaşam...? Hayal edemediğim, göremeyeceğim kadar güzel anılarla dolu.
Duyguların sözlüğü asılı gözlerde.
Hayallerde var olan, rüzgarında süzülen kanatsız bir kuş, bilinen gerçek kavramına savaş ilanı.
Yazdığım her bir cümlenin her harfinde anlatılmak istenen duygular çizili.
Eğer görebiliyorsan bir resimde milyonlara bedel kelimeler saklı.
Tek bir cümlede, milyonlara bedel sahneler gizli.
Sahnesi gelen tuhaf bir duyguya eşlik ediyor içimdeki anlamsızca esen rüzgar.
Bazen cevap sadece bir bilmece. Değişim bir insanın hangi vaktinde başlar?
Beklide rahme düştüğü ilk saniyeden beri. Ruhu çizen anılar var,bir kalem misali.
Doğru cümleyi arayan insanlarız hayat boyunca. İyileri öldüren bir dünyayla karşı karşıyayız.
Kötü olamadan alamıyoruz iyiyi. Diğer yaşam?
 Beklide buraya ait olmadığımız için var olan gerçek bir başlangıç.
Doğuştan gelen korkularımız hangileri? Ağlayışlarım doğuştan gelen bir korku seli.
Yazdığım fakat, benim bile yazdığım an; anlamadığım kelimeler gözlerinizin kıyısı olmuş satır aralarında.
Uykuyla uyandırdığım yabancı bir kuğu.
Rüyalar gerçek, gerçekler rüya olsaydı şuan büyük bir katil olabilirdim. Beklide zamanı geldiğinde olabilirim.
 Yabancı  fakat bulaşıcı bir gülüş karşı kaldırımda, süzülüyor kızın dudaklarında.
 Özenle seçemediğim bir anıya dönüşüyor zaman. Sesler ıslanıyor birkaç yağmur damlasıyla. 
Bulaşıcı bir gülüşü olan kadın kalabalığa karışıyor usulca. Sesli gülüşlerini gizlemeye çalışan uğultular var insanların bana göre anlamsız konuşmalarında. Bir adım bile atlamadan ilerliyor zaman. Ellerim harfler üstünde ne yazabilir ki, daha fazla ufak yaşantısından? Penceresi bulutlarla kapalı bir gök yüzü, gözlerin aradığı ince bir ışık sızıntısı ha gerçek yada hayal.
Hava geceleyin daha soğuk olmamıştı. Ay sahne ışığı gibi aydınlatıyor adımları. Karanlık sıvı süslüyor sarhoşluğu. Gündüzleri bir gölgeden ibaret oluyor karanlık.
Sesinde, kokusunda, görünüşünde kaybolmak. Öpücüğü cennetin bir vaadi. Hafif bir inlemeyle hayat insanı terk ediyor. Fakat hatırlandığı sürece ölmeyen insanlar var.
Yanımda uyanan  güneş ışığı birkaç hatırlanmayan rüya anısı. Gece sabaha dönüyor ve tekrar geceye.
Aydınlıkla kaybolan karanlık üzgün.
Çürümüş bir şehir kirletiyor ona dokunanları. Zaman bulursam eğer kendimden nefret etmeyi bırakmayı deneyebilirim. Bir meleğin göz yaşlarıyla yıkanan günahların geleceğe büyük bir gölge hazırlıyor.
Bir fıçı içinde duran şarap farklı dudaklarda aynı yaşam diliminde farklı duygularla esrikliğe
kavuşturacak ruhu.
 İnsanların aşina olmadığı yalnızlığın  iş-ittirdiği doğanın şarkısı, yaprakların oynayan gölgelerinin hışırtısı.
Bazı şarkılar yaşam şarkısının nakaratı gibi. Tanıdık bir koku farklı bir anıyı geleceğe götürebilir. Düşünmeye değmez düşünceler kirletiyor geçmişe gömülecek zamanı, yada süslüyor bir anıya dönüşerek geleceği.
İnsanların düşünceleri  başı kesilmiş bir şekilde. Son bahar güneşi nazikçe okşuyor dudaklara değen saçları.
Aşkın asla galip gelemeyeceği bir yaşam öyküsü.
Dudaklarda kilitli kalan cümleler aydınlatıyor yalnızlığın yolunu. Mutlu olabileceğim bir yol bu.
 Kelimelerin yansıtamayacağı düşünceler var yaşantıların üstüne düşen gölgelerin gizlediği anılarda.
Yazılmış mektuplarda bir çok yaşam var aslında.
Bir yaşamı, kağıtta yaşatmak.
Başka birinin göremediği, gözlerimde yolları süsleyen bir kadın.
Bulaşıcı bir gülüş hayatımın dönüm noktasının tek bir  anısı. Başkalarının bilmediği veya o günü hiç hatırlamayacağı eski yaşam sahnesi benim gelecek kavramının her adımında hatırlanacak bir anı.
Ay ışığı atlıyor bulutların üstünden yer yüzüne. Bir koku var sanki, algılayamadığım; duymadığım bir koku. Bizi duygularla tanıştıran anlık mutluluğa şahit bırakan algılayamadığımız bir koku Feromonu.
Bu koku bulutların arasından bir ışıkla işleniyor sanki ağaçların, çiçeklerin yapraklarına.
Bir rüzgar damlasıyla aşık oluyor duygularımıza.
Adımlara sahnelik eden bir ışık süzülüyor bulutların üstündeki yıldızlardan.
Sokak aydınlık olsa da çoğu kişinin düşlerinde hep karanlık aslında. Saf bir istek doğrultusunda, bir yönde
ilerleyen hayatın; Tuhaf bir şekilde değişmesi, uyan diye seslenen bir sesi harekete geçiren acı bir geleceğin, geçmişi.
Göğsümde hissettiğim o duyguyu seviyorum.
Zaman sanki çok hızlı yada çok yavaş yada bizim kavramlarımız dışında bam başka bir şey.. Büyülü zaman. Seçimler bizi kim olduğumuz kişi yapıyorsa peki seçim yapmamayı seçmek bizi nasıl biri yapar, beni nasıl biri yapıyor? Kelimelerin içinde hissediyorum kendimi, her harfin şeklini alan bir mürekkep gibi. Sanki evimin içinde odaları düzenliyor gibiyim. Ölümle ince çizgi arasında olmak. Her şeyin benim elimde olması, bir seçimin elimde olması. Yaşamak veya ölmek iki seçim, iki başlangıç ve büyük bir korku. Bir piyano eşliğinde çalınan çello tamamlayıcı bir bağlaç ve sakinleştirici bir anı. Göğsümde hissettiğim tuhaf bir duygunun sahip olduğu bir ses, başka zevklerle tanıştıran bir dönüm noktası. Değişimin farklı bir başlangıcı. Sahne arkasında duran paslı bir tamirci, bir piyanist; korkmuş ve kabuğuna çekilen bir kaplumbağa gibi ,uzakta ama bir o kadar da yakınında olduğu aşkı yanı başında. Bir piyano..
 Ortaya koyulan bir müzik, büyülü bir mısranın veya sihirli bir resmin sese dokunuşu gibi.
Düşüncelerin notayla can bulması.
Müzik sanki bedenlerinden dışarı taşıyor. Bir farklılık yaratan çizgilerin sahip olduğu bir resim zihnin tasviri gibi. Her kitap günümüzü, hayatı ve bizi açıklıyor; Sanki geçmiş, geleceği; gelecek, geçmişi tekrarlıyor.
Ve biz bunun farkında olamayacak kadar kör olmuş gözlerle yaşıyoruz. Yada yaşamıyoruz...
Duygusal bir gülümseme saklı dudaklarında, sanki büyük bir hüznü üst üstte yığılmış, kötü anıları parıldıyordu gözlerinde. Bir çok şeyi gizleyen dudaklarındaki bir gülümseme. İnsanların duyguları kelimelerin taşıyamayacağı kadar ağır. Bir kadının göz yaşlarıyla yıkanan ve bir gün dökülen kirpiklerinde bile bir çok hayali düşler asılı. Gülümsemesi güzel olan biri, bir çok anıyı barından; Bir çok göz yaşını ağırladı yanaklarında. Bir koku, şişeden duyduğumuzda hiçbir anlam ifade etmeyen bu koku bir ten ile buluşmuş ve kaldırımları boyuyor iyi hislerle. Hayatınızda belki de hiçbir değeri olmayan bu günü o koku ve  oluşturduğu iyi bir his geçmişiniz olarak kaydetti bir köşeye. Zihnimiz bir çok şeyi tozlu raflarında kaybeder ve sadece belirli anıları saklar düşüncelerde, aynı gözlerin burnumuzu gördüğü fakat bunu önemsemediği gibi. Birkaç saniye burnuma baktım ve düşündüm de bazı şeyleri görmezden gelmek iyi bir fikir olabilir.
Her zaman burnunuzu görseydiniz çok can sıkıcı olabilirdi.
Bazen insanların söylediği fakat o zaman hiç bir anlam taşımayan o kelime bir gün gerçekten yaşantımızın
 geçmiş kavramı içinde saklı kalan anıların karanlığın solgun renkleriyle daha anlamlı olabiliyor. Mesela bir çok kere neden '' Hayallerimizi başkaları kolay bir şekilde yaşıyor '' gibi kelimeler gördüm İnternet sayfalarında. O zaman edebi değeri yoktu bir bedene adanmış yaşantımda. Fakat bazen hayatımızda o zaman duyduğumuz ve gördüğümüz anlamsız sandığımız şeyler o kadar çok anlamlı ki. Bunu göremeyecek kadar gölgeler arasında kalmış olmalıyız. Bilmiyorum bir çok insan yaşantısını anlatan bir müzik bulmuş ve işte bu diyebiliyor. Duygularını tasvir eden bir ses. Fakat benim gerçekten öyle bir müziğim yok. Mesela bir kadın var hiç görmediğim,  tuhaf bir duygu yaratan bu kadın için beslediğim bir duygu var; bilemediğim,anlatamadığım, belki tanışmadığım kavramlar var onu anlatacak. Ben hiç bir müzikte onun tattırdığı duyguya eşlik edecek sihirli sözleri bulamadım.
Aslında bulmakta istemiyorum. Çünkü başkasının o denli güzel bir duyguyu tatmasını istemiyorum. Aldatılmış gibi hissederim. Hayatımda hiç kitap okumadım kitap okumaya bile yeltenmedim. Ama nedense bir şeyler yazmayı sevdiğimi öğrendim. Bir gün, gerçekten bir gün bir insanın yalan söylediğini bir kez daha gördüm, yazılmış bir şeyi ben yazdım diye paylaştığını gördüm. Ve araştırdım fakat onun yazmadığını gördüm. Ve adam zaman kazanarak ardı ardına arada zaman farkı olarak yorumladı. Ve buda gerçekten araştırmak için zaman kazanmasına yetecek kadar uzundu. Merak ettim ve o yazıtların devamını okudum. Ve acı bir gerçek gördüm, sanki o gördüğümüz klasik resimdeki gibi kelimeler damardaki kan ile yazılmıştı. O kadar anlam ifade ediyorlardı ki.
O zaman anladım ki, hiç bir anlam ifade etmiyormuş yazdıklarım. Kelimelerden oluşan hiçbir cümle kuramadığımı anladım. Boş bir kelime yığıntısı, kelimelerin kağıttan çöplüğü.
19 yıl boyunca öğrendiğim bir kaç kelime var ve hep bunlar kirletiyor satırları daha fazlası olamıyor hep aynı. Bir makara var ve sarılmak için duran bir ip başlıyorum sarmaya fakat değişen tek şey ipin kalınlığı ama ip aynı ip. Demek istediğim tek şey satırlarım artıyor ama kelimeler aynı 200 paragraftan fazlasını bilmiyorum bu 200 paragraf tekrarlanıp duruyor. Aynı bir köpeğin kuyruğunu yakalamaya çalışması gibi. Varabileceği bir yer yok yazdıklarımın.
Sadece 4 sayfa bildiğim kelimelerin yazabileceği, bu ufak yaşantımdan yazabileceğim sadece 4 sayfa varmış. 19 yılın tasviri sadece 4 sayfa.
Aslında gördüğüm tek şey yalanlar, bir insan kendisine söylediği yalanlar yüzünden bile günah işleyebilir. Sanki lanetli bir günün nefreti gibiyim, doğduğum günün geçmişten gelen nefreti. Böyle boş bir yaşantımdan bu denli büyük beklentim olması benim en büyük hatam. Tedavisi olmayan bir hastalık bu, yaşamak..!
Ölüm bile panzehiri olamamış bir hastalık.
Ben gerçekliği bile yaşayamıyorum gerçeklik hep uzak ruhum gibi her zaman yanımda fakat gözle görülemeyecek kadar uzak.
Boş bir domino taşı yığıntısı, anlam ifade etmeyen bir yığıntı, beni tasvir edecek tek şey berbat ve bu tarz kelimelerin barındırdığı her şey. Yada bir hiç.
 Bir hiç, Sadece bir hiç.
İnsanların içten içe attığı çığlıklar bir insanı sağır edebilecek kadar güçlü olabilir. İşte benim çığlıklarım bir kaç düzensiz edebi değeri olmayan kelimelerden ibaret. Dağların ardından denize bakıyorum, imkansızı arıyor gibiyim. Uzaklardan baktığım denizdeki yansıma mı aradığım gibi. Ayakların altında şarkıların notaları var.
 Ufak bir mırıldanmayla başlıyor dans. Müzik sanki bedenlerinden dışarı akıyor.
Şuan son bir kaç dakika,  uyumak için belirlediğim birkaç dakika; bu sonu getiren bir kaç nakarat, yani güzel bir şarkı.
Son... Sadece bir kaç saatlik uyku.
İçimdeki tuhaflığı gök yüzü gösteriyor insanoğluna, tek farkı benim duygularımın eseri olduğu hakkında bir bilgi sahibi olmadıkları. Belki de bencillik yapıyorum ve koskoca gökyüzünü binlerce insanın hayal kurduğu bu büyülü pencereyi kendime saklıyorum bir kaç satır önceki cümlelerim de.
Su damlası su birikintisinin üstünde birkaç defa zıplayarak karışıyor suya.
Olmayacak şeyleri hayal ediyorum her zaman. Bu kitabın yayınlanması gibi, bir kitap mı onu bile bilmiyorum. Sadece birkaç harf yığıntısından oluşan birkaç sayfa. Bir yazar bile değilim ama öyle hayal ediyordum.
İmkansız ne varsa hayallerimin cazibesiyle ilişkilendiriyor hayat.
Son zamanlarda birden fazla ve farklı bir çoğunlukta buruşturup attığım kağıt sesleri yankılanıyor kulaklarımda. Yada sertçe üstü çizilen bir düzüne harflerin çığlıkları.  Bunu neden biliyorum? Neden bildiğimi bilmediğim bir çok şey var neden hep bir sessizlik var soruların cevapları için?
Günümüzde bir çok önemli kişinin en azından bir topluluk için önem arz-eden birinin filminin yapıldığını görüyoruz, görüyorum.
 Belki bizde bu hayatın daha önceden yaşanmış bir insan topluluğunun büyük bir fil-miyizdir.
Bir insanı yavaş, yavaş tüketmek hayatın tek anlamı. Yada farklı bir anlamı olan fakat şuan bilinmeyen farklı bir duygunun sahibi. Bir uyku uyandırdı belki insanlığı. Hep bir ayak geçmişte, bir ayak gelecekte yaşıyoruz. Bir beklentinin başlangıcı, Sonu mutsuz olacak bir mutluluğun başlangıcı.
Başka bir insanın duyguları milyonlarca kişinin duygularını yansıtan bir şarkıya dönüşmüş.
Solgun yapraklar, ıslanmış yer yüzünü öpmekte aceleci davranmış sanki. Bir kaç yaprak son bahara küsmüş yada büyük sevgiyle hala kopamıyor dalından. Öldüresiye sevmek. Belki yapraklar ağaç yaşamını devam ettirsin diye vazgeçiyorlar kendi yaşamlarından. Fedakarlık, her zaman var olan bir duygunun kavramı. Doğruyu aramak için yaşıyorsunuz. Doğru? Çoğu kişi bulamıyor çünkü yok, En azından düşüncemin doğrusu bu. Yada var mı, bir doğru? Düşünüyorum da doğruyu bulduğunu söyleyen insanlar gerçekten doğruyu bulmuş mu? Uyumak için bir yer seçersiniz. Ama uykuya fazlasıyla ihtiyaç duyduğunuzda sadece uyumak istersiniz. Neresi olduğu hiç fark etmez çünkü tek derdiniz uyumaktır. Peki ya doğruyu arama yolunda fazlasıyla yorulmuş ve doğru olmayan bir şeyi bu doğru diye seçtiyseniz? Aslında seçtiğiniz büyük bir yanlışsa ve siz o yanlışı sadece kendinizi kandırarak doğru olarak algılıyorsanız? Bu bir yanlış mıdır? Yoksa insanların doğruları kendi düşünceleri midir? Her ikisi eşit ağırlıkta olabilir. Aslında insan doğrusunun o olduğuna inansa bile acaba,? diye bir düşünce gelir aklın seline. Acaba bu doğru mu? Bilinmez bir sessizlik büyük bir çığlık ile yorar beyni, duyulamayan bir çığlık düşünceleri sağır kılar. Fark ediyorum da ufak yaşantımdan öğrendiğim birkaç kelime var.
Fark ettim de galiba bunu daha önce söylemiştim. Ufak bir hikaye bile yazmayan bu eller nasıl olur da büyük bir şeye kalkışır ki? Acıdan, üzüntüden, terk edilmekten, öfkeden, ve insanların kötü hissettiği her şeyden ben haz alıyorum. Fakat bu farklı bir duygu insanların bana göre hiç hissetmediği ve hissetmeyeceği bu duygu. Bu sefer haz vermedi. Üzüntünün üstünde bir acı bu bildiğiniz kavramların taşıyamayacağı kadar büyük bir acı. Bizler neden herkesin kullandığı kelimeleri benim diye adlandırıyoruz.
Sahiplenme duygusu neden daha baskın? Hep sorulardan oluşuyor sayfanın çoğu?
Galiba Araf’tayım.
Sıcak bir soğukluk, havaya karışan; Nefesimin, dumanının tasviri.
Bazı şeyleri anlatan bilmediğimiz o kadar çok kavram var ki. Her şey hiç olmak istemediği kadar kötü.
Tanıdığım yanlarını seviyorum, tanımadığım tüm yanlarına güveniyorum.
Belki bir gün bunu birisine söyleyebilirim, yada bırakalım hayali olarak kalsın.
Çünkü çoğu şey hayallerde daha anlamlı.
 Sevildiğini bilen her insan mutlu uykusunda. Perdenin arkasında hafif bir kızıllık var.
Gök yüzü karanlığını kaybediyor. Yıldızların perdesi kapanışa aralanıyor.
 Bildiğim bir kaç şeyden biriside insanlara duymak istedikleri şeyi söylememek.
Bir şeyleri yazdıktan sonra yazılamayan yazıtlara eklenen ek notlarım var.
Belki de bunları yazmayı öğrenebilirsem dökülen yapraklar kadar, artabilir sayfalar.
Uyuduğumu hatırlamıyorum fakat bir irkilmeyle uyanıyorum. Ve dışarıdan gelen tuhaf bir ses ne zaman uyudun? Neden her gece bir irkilme bunu anlatıyor. Neden her gece aynı rüya? Bir hayat çalmadan durmayacak gibi. Beklide ne uğruna doğduğumu anlatmak için çabalayan bir zihnin eseri.
 Acı bir koku var bu rüzgarda. İnsanlar tek bir harf gibi, yalnızken anlam ifade etmeyen. Kendime göre anlam kattığım cümleler var. Başka insanların okuduğunda anlamayacağı anlamlar. Saklanmış duygular.
 Uyumadan önce gök yüzünden düşen anlam taşımayan göz yaşları soğuk ve soluk bir iz bırakmış yanaklarımda. Düşünüyorum da, acaba bu tuz tanelerini kapsayan kurumuş su birikintisinde görmediğim anılar var mı? 
Yanaklarıma uğrayan yıldız tozlarını silmek istesem tenim bunu hakaret olarak algılar mı?
 Anılarını soluklaştıramadığı için.
Ruhum mu, bedeni yönetiyor; Yoksa bedenim mi ruhu? Şeffaf bir oda içinde hapsolan bir beden. Bu ben miyim? Gerçekten ben miyim? Bu düşüncelerim, bu bedenin gerçekliğimi ?
Gördüğüm ve dokunduğum bu yüz düşüncelerimi yansıtan kişi mi?, yoksa gizleyen bir hain mi?
Galiba kendime kazanamadığım bir savaşın içinde kaybolmuşum.
Bir korku mu var acaba yaşadığım? Belirli fakat bilmediğim bir zaman, oluşan bir korku.
Bilmediğim fakat hissettiğim garip bir duygu bu. Bilmediğim neler var acaba? Bu soruyu aslında ufak bir kategoriye koymam gerek çünkü bilinmeyen, bilmediğim bir çok şey var. Korku yaşanan olayların mı gün yüzü? Yoksa gördüğüm kokladığımız fakat algılayamadığım aslında gerçekte duymadığımız, görmediğimiz bir şeylerin eseri mi? Tekrarlanan, saatlerdir tekrarlanan bir müzik çalıyor radyoda gecenin ilerleyen saatlerin deyim, karanlık saatindeyim. Acaba şarkının nakaratı hangisi,? sonu ve başı bilinmeyen bir şarkı?
Orta çağ ile çok yakından ilgiliyim. Galiba bir zaman yolcusuyum. Düşüncelerde hepimiz geçmişin içindeyiz. Sadece bildiğimiz zaman yolcusu kavramına göre düzeltemiyoruz geçmişi.
Geçmişi düzenlemek isteseydim eğer doğ-mamayı yeğlerdim. Yaşadığım her seçimden memnunum, benim seçimlerim.
Geçmişi değiştirmek istemiyorum çünkü iyisiyle kötüsüyle her şey geçmişte daha anlamlı.
Neden bildiğimi, bilmediğim; bir çok bilinen var hayatımda.
Geçmiş yıldızların, dönen zamanında tutsak mıyız, yoksa özgür mü?
Yoğun renkli bir kahve, ve usulca dökülen sütün köpüklerle dans edişi.
Bir engel aşılması mı gerek yoksa o yoldan dönülmesi mi gerektiğini anlatıyor?
Kendi yaşantılarımızda gelecek aslında bir biblo gibi şekillendirilebilir ve yer değiştirebilir. Ön görülen veya görülemeyen bir öneri elbet vardır. Değersiz bir öneri sunacağımı biliyor olsam bile anlatmak istenilen için bu şart. En azından benim düşüncelerimin kirli kısmına göre öyle. Bir kaç dakika sonra veya bir kaç gün sonra yapabileceğimiz veya yapmak istediğimiz bir şeyi planlayıp geleceği şekillendire biliyoruz. Ve istediğimizde yapmak veya yapacağımız şeyin gerçekleştireceğimiz zamanın gonk seslerini duymadan bunu değiştirebiliriz. Gelecek her zaman şekillendirilmek için var olmuş bir kavramsal teori olsa da biz insanlar bununla devam etmek zorundayız. Bilmediğimiz bir çok duygu olabilir buda bilmediğimiz bir çok kavramın olabileceğini söyleyebilir. Anlamlandıramadığımız duygular hissettiğimizde, sessizliğin içinde anlam arayan kısık bir çığlık duymak mümkün. Elimizde olan kavramların dışında bir duyguyu anlatabilmek mümkün olsaydı nasıl bir yaşam sürerdik? Belki de o kadar da güzel olmayabilirdi anlamsız bir duygu anlam olmamasına rağmen o zaman anlamını yeniden yitirebilirdi. Anlam yükle-yemediğimiz fakat hislerimizde her şeyden daha fazla anlam taşıyan duygularımız var.
Ama bunu bilemeyiz çünkü ikisini de aynı yaşam diliminde 2 kere yaşamalıyız. Belki de bir gün bu mümkün olabilir. Bildiğimiz bir duyguyu isimlendiremediğim-iz bu hissi açıklayıcı bir ayraç bulursak geçmişe dönük bir düşünceyle o zaman mı yoksa şimdiki yaşam diliminde mi daha anlamlı anlayabiliriz.
İnsan sesleri bir meltem ile buluşuyor hayatımla. Bu sözcüklerden oluşmayan bir ses.
Uzun zamandır tat-mı-yorum sabahın kokusunu. Karanlığın içinden yükselen ışığı görmek ve yalnızlığı daha aydınlatmak.
Bir damla gölge sonrası ıslanıyor yanaklarım.
Biriyle yeni tanıştığımda bir mutluluk, ve üzgün bir öfke hissediyorum. Mutluyum çünkü bu farklı bir başlangıç. Mutsuzum çünkü çoktan bunun sona ereceğini biliyorum.
Rüzgarıyla dolaşan bir kuş ve çığlıkları. Görmek istiyorsan bir çok şey anlam ifade edebilir.
Mesela?
Tüm zamanları kısa bir yaşam içinde öğrenmiş. Aşk ile öfkenin, korku, eğlence ve üzüntünün  şarkısını bir karede birleştirerek muhteşem bir ses ile söylüyor. Çoğu insana göre sadece bir uğultu aslında.             
    İnsan hayatının iticiliği var bazı resimlerde. Sesinde farklı bir tını var.
Konuştuğunda, sanki ruhu alışılmış güzelliğin dışında bir şarkı mırıldanıyor.
Bu sesin sahibi mutluluk kavramının tarihçesinin mitolojisi.
Konuşmaya değer, bir sosyal hayatım yok. Dünün geçmişinde asılmış bir çok düşüncelerim var.
 Bir deve tüyünün dokunuşu gibi ince ve narin teni. Yıldız tozu gibi parıldıyor kadınlık çiçeğinin ıslak şarabı, bir krem gibi yumuşak ve kokusu bir o kadar sıcak. Rüzgar bir ses taşıyor, sanki yapraklar eziliyor.
Gün batımı esnasında, bir mum yakmak istiyorum karanlığa bulaşmadan çerçeveler.
 Bu isteğim sadece basit bir düşünce.
Işık yavaşça kayboluyor bir çok şey rengini kaybediyor.
Çocuk gibi bir kibritle aydınlatıyorum bir kaç saniyeliğine odayı.
Rüzgarın taşıdığı anlam veremediğim ses, sürekli konuşuyor ve durmadan sürükleniyor.
Bu kelimelerden oluşan bir ses değil sadece bir tını..
Onun gözlerine baktığımda onu görebiliyorum. Gözler ruhun aynası ve sözlüğü.
Bugün bunun doğru olduğunu kanıtlayan bir kaç anıyla karşılaştım.
Neden olup olmadık zamanlarda ağlamak için bir şeyler bizi zorluyor? Neden dün gece veya geçmiş zamanda, istediğimde yapamadığım bu şeyi şimdi bu film yapmak için zorluyor?
 Bazen olup olmadık zamanlarda hiç bir duygu hissetmediğimde, bir kaç damla göz yaşı süzülüyor yüzümdeki çizgilerin arasında.
Şuan hissettiğim bir duygu var; Bir şeyleri göz yaşlarıyla dışarı aktarma hissi.
 Şuan var olan duyguların eseri, kirpiklerin ardında esir kalmış bu göz yaşımın yıldızları; Ne zaman, anlamsız hissettiğim göz yaşı damlaları olarak, büyük bir anlamıyla dışarıya vurgulanacak?
Belki de hissizliği, hissetmek göz yaşlarını serbest bırakıyordur.
Bilinmeyen o kadar çok şey var ki, yaşamak bu yüzden güzel aslında.
Yaşadıkça bir şeyleri keşfetmek güzel, buda yaşamayı güzelleştiren bir neden.
Keşfedince yaşam sıkıcı geliyor ara ara.
Önemli olan halen keşfetmediğin bir şeylerin olması.
Bir evim ve kimsem olmasa haftalarca hiç kalkmadan yatacak bir insana sahibim.
Çünkü yarın için bir planım yok, çünkü; Yarınım yok.
İsteklerimiz hiç olmayacak yada olduğunda, isteğimizin sihirli penceresi o zaman yok oluşa aralanacak.
Çok mutlu bir şarkıyı mahvediyorum anılarımla. Öfkenin umutsuzluğuyla süslüyorum nakaratı.
Hiç tanımadığım bir kadına bir çok mektup yazdım. Suretini bilmediğim bir kadına satırlarımda aşığım.
Kelimelerin gerçekleştiği bir boyut oluşturmak için bir çok şeyden vazgeçebilirim.
Neden insanların yaşamlarına göre ters bir yaşamdan zevk alıyorum ve böyle devam etmesini istiyorum?
Seni tanıyorum, daha önce görmedim ama sanki seni çok daha önceden bile tanıyorum. Dünya oluşmadan,
 büyük patlama olmadan önce bile.  Sanki büyük patlama öncesinde ikimiz aynı yerde beraberdik.
Büyük patlama esnasında, evrendeki bir araya gelip sıkışmış bütün atomlar tek noktadan dışarı doğru patladı.
 Ve benim, ve; senin atomların kesinlikle birlikteydi. Sonsuzluktan beri tanışıyoruz, inancım bu.
Ve biliyorum ki kiminle birlikte olursan ol kiminle evli gözükür-isen gözük. Ruhani dünyada ikimizin ruhları yaşam var olmadan önce zaten evliydi. Bu sonsuza kadar birliktelik..
 Kim bilir bu zamana kadar kaç kere bir araya gelmişlerdir.
Yalnızlığımı dinlendirdiğim kısa sohbetler var yaşantımda.
Fark ettiğim fakat daha sonra fark ettiğimi anladığım şeyler var galiba.
( N )‘’ Düşüncelerimin çoğu dine karşı sanki… ‘’
(?)-Evet düşüncelerin benim de kafamı karıştırmaya yönelik oluyor bu konuda.
( N ) İnsanlardan uzak durmam da ki bir amaçta bu aslında. 
(?)-Umursamıyorum bunu...
( N )Ben umursuyorum. İnsanların yaşantısının üzerine, vizyonlarının üzerine bir gölge gibi düşmek istemiyorum. Buna hakkım yok, her ne kadar umursamasalar da ben bunun kötü bir şey olduğunu hissediyorum ve yalnızlıkla büyük bir soğukluğun içinde ölüyorum. 
(?)-Bu benim için bir sıkıntı değil. İnsanların düşüncelerini önemsemiyorum.
( N )Bazen neyi hissediyorum biliyor musun? 
Daha önce hiç görmediğim duymadığım bir şeyi yazıyorum. Bunu nasıl yazdığımı merak ediyorum. Ve bir gün bu gölge, geçmişimde yaşadığım bir olayı hatırlayarak aydınlanıyor. O zaman öğrendiğim fakat 
umursamadığım o şeyin bir gün tekrardan karşıma çıkabileceğini gördüğümü gördüm.
Kısacası sanki gelecek geçmişi, geçmiş geleceği tekrarlıyor gibi.
Bir hikaye anlatmak istiyorum, fakat bir hikaye yok; bir hikayem yok. Peki ya bu yazdıklarım neyi anlatıyor? Bir hikayeyi veya bir yaşamı değilse neyi?
Neyi yazıyorum neyi yazmaya çalışıyorum.
Galiba sadece bir şeyler yazıyorum;
Hayatımda anlamı olmayan bir şeyler.
 Bir kadına söylemek istediğim, bir cümle daha doğdu; donuk bir mürekkep ile..
‘’ Senin alışılmışın dışında güzelliğini etkileyebilecek kadar güçlü cümlelerim yok. ‘’
Acısı bile güzel olan bir kadın.
Ölmüş bir ruhun sahibi olan bir bedenin, hiç bir çaresizliği kalmaz.
Birine aşık olduğumuzda ne olur? Bunu gerçekte yaşamayan biri olarak cevaplandıramıyorum. Ama biliyorum ki o günden sonra yazdıklarımız sadece bir kadını anlatır. O kadının suretiyle süslenir yazılar, yada bir erkeğin.
Bir erkek olarak sadece kadınları örnek vererek yazmak istemiyorum bu satırları.
 Hayatımda ilk kez kar ile tanıştım, ilk kez yürümeye başlamış gibi tuhaf bir his var içimde. Gecenin karanlık saatindeyim, fakat gök yüzü turuncu bir renkte; sanki güneş bu geceye özel bir parça ışığını bırakmış bulutlara.
Sahi ben ne zaman yürümeye başlamıştım?
Hatırlamadığım bir hissi örneklemek büyük bir yalan.
Kendime söylediğim büyük bir yalan, sizin umursamadığınız bir yalan.
Yaşamış ve yaşayan en çirkin adam benim.
Küçük bir itiraf ışık getirebilir mi?
Bazen bir şey aklıma geldiğinde, yazmam gerektiğini düşünüyorum, fakat o kadar çok içten bir şey ki bu,
 sanki daha sonra tekrar düşündüğümde aklıma gelecekmiş gibi düşünüp,
daha sonra yazarım diye bir şeyler söylüyorum kendime.
Fakat bir daha olmuyor tekrar o an gelmiyor, tekrarlanmıyor. Zamanda ne varsa yapmalısın.
Hayal kırıklığına uğratmadığı-m tek bir kişi bile yok. Senden başka olmadı ve bunu mahvetmemek için bir çok çaba sarf-ediyorum. Mesela seni kendimden uzaklaştırdım.
Aşığım seninle olan her şeye, ama sana yetemeyecek kadar şerefsiz biriyim.
Yabancıların yaralarımı deşmesine gerçekten bayılıyorum.
 İnsanlar sizleri gözlemleyip, kendi duygularını ve düşüncelerini yansıtırlar.
 Hiç var olmaması gereken biriyim.
Dışarı da büyük bir yaşam var, hiç tanımadığım ve tanışamayacağım bir yaşam, bu yaşamı düşündükçe huzura uğratıyor düşlerin selini.
Gelecek her zaman geçmiş ile süsleniyor. Arkamda kalan zamanın donuk damlalarında
bazı dağınıklıklar olsa da güzel bir görsel şölen olarak uğratıyor yaşantımıza.
Rüya ile gerçek arasında sıkışıp kaldım, hangisi gerçek yaptıklarımın hangisi gerçek, hangileri rüya?
Gerçek olmasını istediğim tek şey her gün beni korkutan rüyamdaki adam olmak.
Ölümün yaşamı olan o kişi olmak. 
Yalnızlığımı dinlendiren başka biri daha.
(?)-Aşk'ta ne öğrenmek istiyorsun?
( N )Ne varsa, bana ne öğretirse; Bazen kimsenin bilmediği şeyler öğreten filmler var, yada kişiye göre farklı anlam taşıyan. İzlediğim bir sahneyi farklı yorumlayıp yazmamda yardımcı olan sahneler.
 Bir ilişkide bir kızı nasıl mutlu edebileceğime yönelik şeyler çekiyor dikkatimi. Farklı bir mutluluğu yaşama kavuşturmak. İşin tuhafı hayatımda, hiç bir kız olmayacak ama gene de o şeyleri görmezden gelemiyorum nasıl bir yaşam ile aydınlığa kavuşturacağımı düşünüp elimi kaleme atıyorum önce olduğu gibi sonra olmasını istediğim gibi yazıyorum.
Bir şeyi değiştirmemi sağlayan aklımda var olan sesler olsa gerek. Bir şeyi yazdıktan bir süre sonra okuduğumda tekrar değiştirmem gerektiğini söyleyen sesler var ve bu yüzden bir kitap yazarı olamayacak kadar yazıtlarda değişim var. Zamanın hiç değişmeyen, değişimi; her saniye farklı bir an ve farklı bir his.
(?)-Sen doğuştan harikulade yaratılmışsın. Sen var olan ve var olacak her kızı mutlu edebilecek birisin. Ama her kız seni mutlu edemez. Seninle olacak kıza şimdiden çok şanslısın diye söylemek istiyorum..
Umarım kıymetini bilir.
( N )Hayır harikulade değilim iyi bile değilim. Büyük bir yalancıyım çünkü böyle düşünmeni sağlayacak kötü bir şey yapmış olmalıyım. İstediğim bir kız yok, olmasını da istemiyorum hiç bir kızın hayatını kirletmek istemiyorum bu yüzden yalnızlık ile büyük bir barış antlaşması yaptım. Üzgünüm olmayacak bir kıza seslenemez-sin. Boşluğa bir nevi uzayın derinliklerini haykırmak gibi.
Ellerim benden habersiz farklı yorumluyorlar yazmak istediklerimi. '' Derinliklerine '' diye düşünmüştüm yazmadan önce yazarken farklı bir şey farklı yorumladı yazmak istediğimi.
Zaman gibi her saniye farklı bir an, farklı bir his.
Gözleri aşkın dilini konuşması gibi büyüleyici.
.
Kelimeler körelmiş bir halde, yalnızlar.
Bana bir teki-la verin, kustuğum o tuhaf ve acı tadın üstüne tekrar içebileceğim.
Burada!, insan kalbinde; bir şehir veya dünya var.
Biçimsiz evler, sureti bilinmeyen sokaklar, kısacası hayallerin olanaksız gücü.
Aşk     ...?   ?
Yarım kalmış bir cümle daha asılı kaldı satırım da.
Güzel olan sadece acıların öfkesi.
Keşke, ayrılık sadece ölümden ibaret olsa.
Bir duble rakı, bir günahı acı çekerek işlemek.
Bankta oturan bir adam, bir kitap ve bir veda.
Adam gerçek, kitap yalan, veda ise farklı bir yaşam.
Bir kıza, ailesi olmayan bu kıza; uzaktan göz kulak oluyor.
Bu,yıllar önce aşık olduğu bir kadına veda etme isteği; farklı bir yaşam.
Masanın üstünde yarım kalan kadehler de hangi duygular saklı?
Yaşam nasıl bir anlam kazanıyor, bir sağır için?
Bazı filmlerde, alt planda olan kareler; müziğin hiç uyuşmadığı sahneler sanki dinlediğimizde, başka bir şey düşündüğümüz zamanın bir örneklemesi.
Yalnız olduğunuzu, ne açıklıyor?
Yorganın sizi sarıp sarmalaması, sofrada bulunan ve hiç dokunulmayan veya hiç bulunmayan bir kaç tabak ve  klişeleşmiş bir çok örnek cümle.
Yatağın soğuk tarafı dışlanmış, aynı terk edilmek gibi.
Bir resmin altında sabahlamak.
Çok boş konuştuğumu biliyorum. Hay-kıramadıkları mı, dışa vuramadıkları mı; boş cümleler tamamlıyor, yada tamamlayamıyor.
Ben düşüncelere yansı-mayanı yazmaya çalışıyorum.
Acı çekmemeli insanlar, bir şeyleri anlatmak için.
Bir şey var, daha doğrusu bir çok şey var anlatılamayan.
Sanki kelimeler kıskanç veya güçsüz. Anlatamıyorlar yada ben beceriksiz bir yazarım.
Bu gün anladım ki, basit olan hiç bir cümle yok, zamanı gelmeyen veya gelmeyecek olan mısralar var.
Bazen söylendiğinde, yani bir ses ile can bulduğun da; daha fazla anlam taşıyan yazılı yazıtlar var.
Yazdıklarımı okuduğum zaman, yaşanmış veya yaşanacak olan anıların anlam yüklediği, size göre anlamsız mısraları-m var.
Aynı sözü söyleyen bir çok insan var, sözler aynı olsa da altında uyuyan anılar farklıdır.
Her insanın kendine özgü acıları var.
Ben bu zamanın, yazmayı beceremeyen bir yazarıyım.
Peki ya siz kimsiniz?
Birine baktığımda, bir ses, kısık bir ses; hatırla, gözlerindeki her detayı hatırla diye sesleniyor.
Farkına vardığım bir şey daha var, biz insanlar geçmişten gelen insanların önem verdiği şeylere göre aşkı tanımlayıp kişiye özgü ne varsa kelimeler ile süslemeye çalışıp aktarıyoruz.
Gözler hakkında bildiğimiz bir çok aşk cümlesi var.
Bildiğimiz şeyler dışında aşkı anlatacak neler vardır?
Ama hakkını vermek gerekirse, gözler aşkın gerçek tanımları arasında.
Arkasından koşmak için bir çok sebep var.
Gözlerinde içimdeki boşluğu dolduran ve sonra o sıcaklığı soğuk yalnızlığa kavuşturacak birisinin gelmesi an meselesi gibi.
Neden anlamı taşıyan kelimeler; sayfalarca uzaklıkta sonu olmayan fısıltıların sahipleri.
Acı dolu bir yalnızlığım var, kimsenin kirletmesini (kirlenmesini) istemediğim bir yalnızlık.
Kelimeler cisim kazanıyor yazıldıkça. Bir yazar olma hayalim kötü klişeler arasında.
Bakışları aşkın gerçek dilini konuşması gibi büyüleyici.
Sanki bunu önceden yazdığımı hatırlıyor gibiyim.
Ve şuan dışarı bakıyorum, yağmur dünyanın bir çatısı haline gelmiş.
Bir umut var mı yazdıklarımın arasında?
Varsa neye dair bir umut bu?
Dinlediğim bir şarkıda unuttuklarım bir yaşamın fiziği.
Eğer aşık olduğum birisi varsa, hatırlamıyorum; yoksa neden olmadığını hiç bilmiyorum.
Bir çok hayalim var, hangisi gerçek?; sorusunun cevabı karanlığın soluk izi.
Şuan hepsi sadece bir hayalden ibaret, galiba sadece bir hayalden ibaret olarak kalacaklar.
Gün geçtikçe yazdıklarım farklılaşıyor sanki.
Sahi ben neyi yazıyordum?
Dün geçmişin kucağına düştü, bugünse şimdiden düne karıştı.
Çığlığım hiçbir anlam ifade etmiyor.
Ağır bir sessizlik, sahip olduğum karanlık bir sessizlik; çerçevelerin tüm camlarını kırmış gibi.
Işıklar ile yürüyor gözler,karanlık ile doğuyor yaşamın farklılaşan tarafı.
Gecenize sahip olan birisi varsa eğer şans yanınızda.
O karanlık saatlerin, siyah kokuyu dağıtan ışığın olduğu vakit düşüncelerinizi süsleyen birisi, ya acıyla yada şehvetle; acısı bile güzel olan bir insan, esir almış gecenin karanlığıyla yaşantınızı.
Geceleri yaşamıyor gibiyim, bilmediğim birisi sanki çalmış bu saatleri, hissiz bir halde öylece bakıyorum, açtığım şarkıları gerçekte hiç dinlemiyorum. Sadece bir alışkanlıktan ibaret bu şarkıların açılışı.
Kaybetmekten mutlu görünen bir sahtekar olduğumu hatırlatan bu saatler sadece, bir kaç kadeh rakının eseri.
Farklı mıyım?, yoksa bilmediğim bir çabam mı var farklı olmak için.
Geçmişimde oluşan yıkıntılar için çözüm ararken, sanki yenileri için sürekliliği olan bir yol arıyorum.
Gelecek geçmişin seyrini izlemeden ilerlemiyor.
İşte bu yüzden bazen sadece susarsın, düşünceler yorgun kılar içinizdeki sesi.
Gözü kapalı hata yapan tek insan benim galiba.
Bu düşünceyi, düşündüren; kötü yaşamın sahip olduğu bir ruhumun olması.
Yapmak istediğim şeyleri engelleyen hep bir husus var.
Bunlar benim oluşturmadığım engeller. Aklınızdaki soruyu cevaplamak için yazdığım bir şey sonrasında parantez içinde açıklayıcı sunma hissindeyim hep.
Bilmediğim sorularınız da oluşabilir okurken ve işin güzel tarafı da bu keşfetmek.
Yazmaya başladığımda olup olmadık zamanlarda araya giren bir şeyler var.
Şuan tuhaf bir kaşıntı var, yazarken negatif olan her şeye muhtaçlığım tutuyor.
Galiba, yada, belki ve yazdığım fakat şuan bu açıklamanın sihrini bozmamak için diğer yazdıklarımı düşünmeden, düşünceler bir satıra sahip oluyor. Hep yanılgı ve bilinmezlik var yazdığım satırlarda.
Yukarıda duran bir kaç düzine satır yaklaşık binlerce ölümün olduğu eski yaşam diliminde yazıldı.
Bir kaşıntı engel olmuştu devam etmeme.
Şuan tekrar bakıyorum yazıtlara ve o berbat kaşıntı tekrardan başladı.
İkiye bölünmüş gibiyim, bir yanım dramatik; bir yanım eğlenceli, bir yanım duygusal, bir yanım trajik; daha fazlasının olmasını isteyen bir ses var, insanların konuşmaları sırasında başkasının duymadığı.
Düşündükçe ikiye bölünen tarafım kendi tarafınca bölünmeye devam ediyor mizaç aradığım karakterimin taneleriyle.
Düşüncelerimde konuşan kişiliğim, bağlaç koymadan devam ediyor cümlelere. Karışıklık yaratmayacak kadar harikulade biri.
Düşüncelerimde bir insan var; benim fiziğime sahip bir insan.
Dışarıya vuramadığım bir kişiliğin zihnimde saklanması. Keşke bir şeyler yazarken aklımızdaki düşünceler her harfin şekline resmedilse.
Benimle konuşuyor sanki.
Ve diğer insanlar gibi sıkıcı bir sesi yok, anlamsız; umutlu sandığı umutsuz sözleri yok. Beni ben yapan ve sakinleştiren düşünceleri var. Söylediklerime cevap veren ve bana bir şeyler öğreten bir ses. Bazen diyorum ki, ruh ve beden ayrılar; İkisinin de düşünce özgürlüğü var. Tek farkı ruhun bedeni yöneterek kendi düşüncelerini hayata geçirmesi. Ama bunu düşünürken de şunu diyorum kendime ruh mu bedeni?, yoksa beden mi ruhu yönetiyor?
İnsanlar şizofrenliği bir hastalık olarak görüyor ve tanımlıyor.
Ben buna inanmıyorum.
Bunun bir insanın kendi psikologunun olduğunu göremeyecek kadar gölgeler içindeler.
Zihnimizdeki o ses, zihnimizdeki yapay kişiliğimiz bizim karanlıktan çıkaramadığımız düşüncelerimizi bize sunmak için bilmeden yarattığımız veya uyandırdığımız birisi. Zihnin, yani beynin sağ ve sol lopları vardır, ya ben sağ tarafım yada o; sanki beynim kendi düşüncelerini sunuyor bana.
Bir insan zihninin tam anlamıyla büyük bir yüzdesinin kullandığı zaman dilimi ölmeye yakın olduğu zamanın kendisidir.
(İnandığım bir gerçekte bu.)
Çünkü artık emekleyen bir ergenliği yoktur. Düşünceleri artık farklı bir boyutun şiirsel ve gerçeksel tarafıdır. Bu bildiğimiz gerçek kavramının yansımasıdır, yada kişinin istediği gerçeklerdir; sonuç olarak gerçekçilik vardır.
Tanıdığımız birisinin dediği gibi. Söylediklerimizi anlayan kişiler dahi anlamayan kişiler ise aptal olduğumuzu düşünerek yaşamaya devam ederler. Ve dahi olduğumuzu düşünen insanlar hiç bir zaman yaşantımızda kalıcı değillerdir. Çünkü onlara göre fazlasıyla zeki ve kandırılması zor biriyizdir. Genelde bizler yalnızlıkla var olan insanlarızdır. Üzücü bir tarafsa bizim basit biri olmamızdır.
Yalnızlığı seçmiş olmam ve kendimle konuşuyor olmamın bir kaç neden içerisinde var olan bir gerçeksel de; bu yazdıklarımı kimsenin okumayacak olması, ve içimdeki ses insanlardan daha iyi anlıyor beni.
Çünkü yalnızlığın ve içimdeki sesin beklenti arzusu yok.
Belki de yazdığım bir cümle içinde, yaşamı arayan kelimelerin bir biriyle alakası yok.
Yada var; ama bunu bilemeyecek kadar aydınlık sandığımız asıl karanlığın içindeyiz.
Yalnızlığımı dinlendirdiğim salt zaman diliminde, sohbet bulutu oluşturduğum kişi, konuşurken anlık verdiğim yanıtları okuduğunda; çok düşündüğüme dair bir şeyler fısıldıyor satırlara.
Anlık bir düşünceyi ne silebilir ki? Anlık düşünceler saniyeler ile sınırlı, bir insan bir kaç saniye içinde ne kadar fazla düşünebilir ki?
Yazdığım bir kitabın tek alıcısı benim.
Bir kitabı alıp okumak, anlamak değildir.
Galiba yazdıklarımı sadece ben anlayabiliyorum.
Çünkü yazdıklarımı hayata geçiren, yazdıklarıma hayat veren; yazamadığım düşüncelerim.
Acaba başka bir insanın düşünce mimarisi olabilir mi yazdıklarım?
Bazı insanlar kitap okuyor, okuduğunu sanıyor.
Kitabı bitirdiğinde anladığı hiç bir şeyin olmadığını göremiyor.
Anlamak için değil, okumak için okuyorlar.
Okuduğu kitapların bir kaç tane içinden alınmış yazıları ara sıra gösteriyor yaşam. Ve bu denli ufak bir mısra bile bir hayatta bir çok değişiklik yaratır. Galiba ben bu değişikliği göremiyorum; yada onlar sadece okudu. Yazdıklarımı kimse anlamıyor.
Bazen ben bile anlamıyorum. Yazdığımda bir önceki cümlenin ne olduğunu bilmiyorum, yazdıktan sonra bir kaç defa okuyorum ve kelimelerin zihnimden habersiz kendi başlarına ellerimle var olduğunu görüyorum. Ben bunu ne zaman yazdım?
Bu korkuyu, gerçekliği hiç bir insan anlamayacak kadar gölgeler arasında. Dün fark ettim de insanlar kendilerini yalan olan bir çok şeye o kadar çok gerçeklik paylarını vermiş ki; gerçekte, gerçek olan şeyleri anlattığında yalanlayacak kadar kör olmuşlar. Bir yazar, bir şeyler anlatmak için yazıyor, ben neyi anlatmak istediğimi, neden yazdığımı, yazılarımın neyi yansıttığını bilmeyen birisiyim.
Yazılarım bir kitap sahibi olamayacak kadar kötü.
Klasik sokak lambaları karanlığı turuncuya boyarken, gölgemin 2 tane olduğunu gördüm. Gerçekte bunun ışığın sihri olduğunu biliyorum. Ama birisi benim, diğeri içimdeki sesin gölgesi diyerek; içimdeki sese gölgeden bir beden armağan ettim. Yazdıklarım anlamsız, anlayış dışında. Artık yazı yazmak zor geliyor, yazdıklarımı toplamayacağım bir kitap için. Biliyorum yazılması gereken şeyler aklıma geldiğinde buna bir kağıt parçasında ev bulmam gerektiğini düşünüp yazmaya devam edeceğim. Ruhum içindeki ses dışında salt, umarım bedenimde bir gün saltlaşır.

Devamını Oku »