14 Mayıs 2015 Perşembe

Ne anlatmalıyız?

Ne konuşsam?
Ne anlatsam?
Neyi dile getirsem bilmiyorum.
Buz kütlesine hapsolmuş gibiyim.
Gözlerim bir krallık oluşturdu tuzlardan, ıslak bir şehir.
Kurumuş suların altına gömülmüş siyah bir şehir.
Her insanın yüz hatlarında kendi şehirleri gizli.
Hiç-sizliğin ilk sahibi karanlıkta boğuluyor.
Ben öpüldüğünde prens olmayan bir kurbağa.
Mumlardan bir dağ oluşturdum, küçük bir kağıdın üstünde.
Yarım kalan hikayeler gibi eksikler.
Küçük bir kağıt büyük bir yaşam.
Neden günah gibi dinin en çirkin kavramına sığınıyorsunuz?
Yazıldıkça anlamları soluyor kelimelerimin.
Kaybediyorum sanki her zamanki gibi.
Üzüntüyle mutlu olan hastalıklı bir beynim var.
Sanki zihnim bir kütüphane gibi.
Tüm kitaplarımın sayfaları kopmuş ve uçuşuyorlar.
Aralarından hangi kelimeleri seçip konuşmalıyım diye düşünüp duruyorum.
Galiba delirdim.
Yarınlar çok geç.
Zaman kovmuş beni.
Dinlediğim bir kayıt parçasındaki alıntılar gibiyim.
Ben ben olabilmek için bir çok bedel ödemişim.
Fakat ben silik biri bile olamamışım.
Kaybettim ben kendi kendimi.
İçimde siyah bir koza var, küçük kanatlı bir kelebeğin kozası.
Ya düşüncelerin, yada cümlelerin sırası düzensiz.
Nereye uçacağını bilmeyen pastel renkli kör bir kelebeğim.
Ne zihnimdeki sesler son buluyor, nede kelimelerin satırları.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder